Vasata Alışmak 15.07.2015

Dünyanın önemli çay üreticilerinden ve tüketicilerinden biriyiz ama Türk çayının global başarısını geçtim, bir yerde kabul görmüşlüğü dahi yok. Çünkü Türk çayı vasat bir çaydır. Biz içe içe alışmış olsak da işin gerçeği, evrensel bir lezzeti, derinliği yoktur. Evrensel standartlarda sunma gibi bir çaba da yoktur. Tam tersine, durum giderek daha da kötüye gitmektedir çünkü çay ağaçlarımız verimli ömürlerini doldurdu. Yenilenmeleri gerekiyor ve bu da ağırlıkla devletin üstlenmesi gereken masraflı bir proje. Hal böyle olunca bazı gerçekler saklanıyor, yabancı çayların ülkeye girişine engeller konuyor ve vasatlık, mevcut aktörleri mutlu edecek şekilde sürdürülüyor.

Peki dünyadaki üretimin %70’ini yaptığımız fındıktan katma değerli bir ürün geliştirme üzerine kafa yormuş birileri var mı ülkede? Neredeyse hayır. Şimdiye kadar sadece Nutella Türk fındığından katma değerli bir ürün geliştirdi ve yerel sanayici de tüm enerjisini onunla rekabet edecek ucuz fındık kreması üretmeye harcıyor yıllardır.

Türk sanayicisinin genel profili budur. Taklitçidir, ucuzcudur, satarken değil alırken kazanmayı bilir. Simit Sarayı dışında bu coğrafyadan çıkarabildiğimiz özgün bir iş fikri yoktur. O da olması gerektiği gibi büyümüyor, ayrı konu. Gıdada çok proje yaptım, Karaman-Gaziantep hattında harcanan kaç sıra dışı fikrimiz sonrasında çok uluslu şirketler tarafından hayata geçirildi, duysanız şaşarsınız. O dönemde bir gıdacı müşterim bana “insanlara bizimkinin yenebilecek bir ürün olduğunu anlatmamız yeter” demişti de çok şaşırmıştım. Sonra anladım ne demek istediğini.

Küçükler öyle de büyükler farklı mı? Türkiye gıda sektörünün büyük abisi Ülker vasatlığın krallığı idi uzun zamandır. Son yıllarda biraz inovasyon girişimleri olsa da dünyayı değiştirecek bir fikir çıkacak mı oradan, merakla bekliyoruz.

Çay işinde olduğu gibi, ülkedeki tüm üreticiler Türk insanını vasat çikolataya alıştırdılar mesela. Millet giderek kokolini çikolata zannetti. Yıllar sonra ETİ, bitter çikolataya yatırım yapma cesareti gösterdi de bir şeyler değişmeye başladı. Gofret de öyle. Efes Pilsen de maliyeti düşük, vasat biraya alıştırdı milleti. Şarküteriye hiç girmiyorum. Özal bizi dünyaya açmasaydı ihtimal ki uzun yıllar Doğan görünümlü Şahin’ler ülkenin lider otomobilleri olacaktı.

Tamam, ülkenin gelir düzeyi geçmişte bu tür ucuz üretimi gerektiriyordu belki ama kardeşim gelirin hızla arttığı iki binlerde de hiçbir babayiğit bu vasatlığı aşmaya çalışmaz mı? Hazır giyimde, mobilyada, perakendede biri yeni bir şey denemez mi? Bir Anadolu kulübü üç büyükleri sarsacak ve ligde dengeleri değiştirecek bir iş planını hayata geçirmez mi? Olmadı, olmuyor maalesef.

Konutta vasatı aşabildik mi? Hayır. Ağaoğlu’nun yaptığı standart binaları referans alıp etrafı benzer projelerle doldurduk. Tüketici de önüne gelen her şeyi kabul etti çünkü kaç kez depremlerle sarsılmış bu ülke insanı için o binanın “çökmemesi” yeterliydi. Fazlasında gözü yoktu.

Yollarımız da aynı şekilde. Kimse hayatında 25 sene bozulmayan asfalt yol görmediği için iki senede bir tamir gerektiren uyduruk yollar bizi kesiyor. Yeter ki üzerinde gidebilelim. Duble yollarımız da aynı şekilde bir vasatlık abidesidir. Otoyol maliyeti çok yüksek olduğu için,  tüm eksiklik ve risklerine rağmen duble yollar yapıldı ve herkes tarafından büyük takdir gördü. Çünkü başkaları onu da yapamadı.

İşte ülkede vasatlığın iktidarının temel sebebi de budur; Diğerlerinin kötü şeyler yapması. Uğur Dündar şahit, gıda üreticileri yıllarca öyle pis işler yaptılar ki insanlara zarar vermeyen bir bisküvi üreten müşterim bunu reklam için yeterli buldu. Depremde çökmeyen konut yapan müteahhit de, ülkeyi krize sokmayan siyasi de muteber oldu.

Bana göre Türkiye cumhuriyeti tarihinin iki vizyoner lideri vardır; Atatürk ve Özal. Menderes, Demirel ve Erdoğan ise vasattı ama kötü işler yapan, ülkeyi krizlere sokan Ecevitler, Çillerler olunca vasatlık uzun soluklu iktidarları için yeterli oldu. Millet bunlara razıydı, yeter ki kriz olmasın, geçimini sürdürebilsin. Çiftçi gündelik desteklerle hayatını sürdürüyor, yirmi yıl çalışıp kırkında emekli olmuş memurun rahatı yerinde. Her taraf vasat üniversite doldu ama dersini veren hoca da alan öğrenci de halinden memnun. Futbolcularımızdan biri koşup Barcelona’da oynuyor, kalanlar burada mutlu mesut yaşıyor. Türk pop müziğinde son on yılda heyecan veren tek hareket yok. Global düşünen de yok çünkü burada ekstralarla güzel hayat sürüyorlar. Türk dizileri komşu coğrafyalarda çok izleniyor ama iş planını ona göre kurgulayan yok. Diziler iç piyasada rating alacak şekilde çekiliyorlar, üstüne yurt dışı başarısı gelirse ne ala.  Neredeyse hiçbir alanda da bu kural değişmiyor.

Geçenlerde vefat eden Süleyman Demirel’in arkasından okuduğum en çarpıcı yorumlardan biri de bu vasatlık üzerine olandır.  http://www.politikapolitik.com/benim-demirelim/

“Bugün Türkiye, tarihinde hiç olmadığı kadar vasat bir ülke ve bunun böyle olmasının başlıca sebeplerinden biri Demirel. Memlekette iyiye gitmiş ne varsa, kırk yıl boyunca memlekete vaziyet etmiş olmak sebebiyle kendisine bir hisse talep etme hakkı vardı/var. Tastamam aynı sebeplerle, memleketin bu derece vasatlaşmış olmasında mesuliyeti var. Hatta bu husustaki mesuliyeti, başka herkesinkinden çok yüksek. Çünkü memlekette vasatlaşmayı neredeyse bir siyasi proje haline getirdi. Ömrünün herhangi bir döneminde taviz vermediği biricik duruş varsa, o da vasatlaşmayı teşvikti.” (Cemalettin Nuri Taşcı)

Özetle, başımıza çökmeyen binaları yapan müteahhiti, insanları zehirlemeyen gıda üreticisini, ülkeyi krize sokmadan “idare eden” siyasiyi kahraman, baba, büyük patron yaptığımız sürece orta gelir tuzağı da orta demokrasi tuzağı da kaçınılmaz.

Yorumlar
Bütün Yorumlar.
Yorumlar