Futbolumuzun mevcut halinden memnun olmadığımı değişik ortamlarda ifade edip duruyorum. Ligin bir hedefinin ve stratejisinin olmaması, kulüplerin yönetim zaafları, İstanbul merkezliliğin getirdiği kısırlık, altyapıdan adam yetiştirmek yerine yurt dışına ciddi paraların akıtılması, hakemlik müessesesinin bitirilmesi, pazarlama odaklı bakış eksikliği genel hoşnutsuzluk konularım.
Esas itibariyle Türk futbolunda anlamlı bir marka yönetimi yapılmadığı konusunda da çoğunluk hemfikir. Bu yazıda son yirmi yılda bu markaya verilen iletişim zararlarını özetlemeye çalıştım. İşin esas itibariyle bir spor ama orası benim uzmanlık alanım değil. Ancak enteresan olan şu ki markaya algısal anlamda zarar verenlerin çoğunun sportif alanda (yani ürün tarafında) çok olumlu katkılarının olması. Zaten biz pazarlamacıların yıllardır anlatmaya çalıştığı da bu; Çok iyi bir ürün üretebilirsiniz ama onu tutarlı bir iletişim çalışmasıyla destekleyemezseniz bir marka değeri yaratmanız güçtür. Futbolda da böyle, iyi top oynamanız yetmez. İşte şahsi listem;
Ali Şen; Maç sahada biter anlayışını bitirdi. Alp Yalman, Süleyman Seba gibi efendi başkanların olduğu futbol ortamında iş “genelde” sahada biterken başarıda saha dışı faktörlerin önemine dikkati ilk o çekti. Fatih Altaylı gibi, diğer takımlardan da çok sayıda akil adamın “devir değişti, iş artık saha dışında bitiyor” söylemiyle tüm takımların benzer çizgiye gelmesinde payı oldu diye düşünürüm.
Fatih Terim; Mutlak haklılık modelinin mimarı. “Hatasız kul olmaz” anlayışını bitiren müthiş Türk. Ondan önce hakemler, oyuncular, hocalar, yorumcular hata da yapabilen normal insanlar olarak algılanırken kendisi yanılmayan, hata yapmayan adam profili çizdi. Ders almam, veririm dedi. Bir kişinin/takımın her halükarda haklı olabileceği fikrini memlekete o getirdi, komplo teorilerine zihinsel alt yapı hazırladı. Milli maçlardaki vukuatları ise tüy dikti.
Erman Toroğlu; ve eriyen hakemlik müessesesi. Erman hocanın futbolumuzdaki olumsuzlukları cesurca eleştirmesi hepimizin vicdanını rahatlattı, şova dönüşen programlarını zevkle izledik ama kendi meslektaşlarına o ölçüde adil davranmadığını düşünüyorum. Basketbol, voleybol, tenis gibi sporlarda metrekare başına düşen hakem sayısı 3-4 kat fazla iken, koca sahada “bunu da göremiyorsan hakemlik yapma” diye tüm futbol camiasını olmayacak bir beklenti içine soktu. Ortalama izleyici, yavaş çekimle üç kere izlediği pozisyonları hakemin o anda süzememesini bir fiziki yetersizlik değil de “komplo” olarak görmeye başladı.
Şansal Büyüka; Bay Statüko. Mevcut düzenin ve dengelerin sözcüsü oldu. Erman hocayı dengeleme görüntüsü altında kendini riske atmadı. Şansal bey taraftara laf söyletmez. Ne zaman bir it sürüsü bir vandallık yapsa o seyirciyi kimin tahrik ettiğini araştırıp hafifletici sebepler arar. Şeklen eleştirel görünür ama mevcut başkanların yöneticilik zaaflarına fazla değinmez. Zülfiyare dokunmaz.
Hagi; Otoriteyle dalga geçen adam. Sportif anlamda ülkeye gelmiş geçmiş en fazla yararı sağlayan yabancıdır ama aynı dönemde hakemlerin/federasyonun zayıflığını keşfedip bu kurumların zayıflatılmasında önemli bir rol oynamıştır. Sağladığı sportif faydaya güvenip sınırları zorlamış, karakter zaafı yüzünden “gelmiş geçmiş en iyi yabancı” ünvanı tartışmaya açık kalmıştır.
Haluk Ulusoy; Kaçan fırsat. Futbola akan paranın hızla artığı dönemde birkaç cesur ve stratejik adım atabilseydi çok daha iyi bir durumda olurduk. O ise günü kurtarma, dengeleri koruma, statükoyu sürdürmeyi tercih etti. Spor yöneticiliği çıtasını bir yukarı taşıyamadı. Memlekette çok iyi bir sporcu nesil gelmişken arkasını getiremedi, iz bırakamadı.
Rıdvan Dilmen; Gizli gündem şampiyonu. Müthiş futbol zekasıyla yaptığı iyi yorumların sağladığı kredinin arkasına Fenerbahçe kulübüne yönelik kariyer beklentilerini iyi saklıyor ve yaptığı yorumlarla adalet duygusunu zayıflatmaya devam ediyor. Sportif yorumları o kadar iyi ki diğer söylediklerine de inanıyorsunuz ama Mustafa Denizli gibi o da bir gün yorumculuk yaparken eleştirdiği teknik direktörün yerine geçerse, bir çok müessese hasar görebilir.
Ahmet Çakar; Reyting için yaptığı abuk çıkışlarla işin çivisinin çıkmasında önemli payı vardır. Erman hocanın doğasına uygun olarak ettiği kocaman laflar inandırıcı olup sıkıntı yaratmazken Ahmet Çakar hep yapay/taklit kalmıştır.
Adnan Sezgin-Haldun Üstünel ikilisi; her maçta yedek teknik kadro pozunda bir ifade takınarak “hoca yapamazsa biz buradayız” mesajını kitlelere aktarmakta ve tribünlerde zaten var olan “ben de yaparım” düşüncesini canlı tutmaktalar. Bu şekilde nasıl profesyonelleşeceğiz?
Avea ve Ülker; Sağ olsunlar sponsor olarak kulüplere ciddi kaynak ayırıyorlar ama paranın hesabı da bu kadar sorulmaz mı? Tüm yöneticilerinizi, ajanslarınızı, bayilerinizi büyük bir dirayetle yönetiyor, her hatanın hesabını soruyorsunuz da futbol kulüplerine bu paraları neden karşılıksız veriyorsunuz? Para sizin, düdük onlarda.