Spor Marka -5 07.2009

Yeni Pazar Yaratmak

Yaşanan kriz sonrasında dünyada ve Türkiye’de çok şeyin değişeceğini tahmin ediyorum. Ülkemizdeki en önemli zihniyet değişimi de sanırım sanayinin istihdam kabiliyetinin limitine dayandığımızı gördüğümüzde yaşanacak. Kabaca “fabrika kuralım-iş yaratalım” şeklinde özetlenebilecek ve memleketin son elli senesine ağırlığını koymuş sanayileşme zihniyeti sarsılacak. Çünkü yirminci yüzyılda hızla endüstrileşen dünya buna paralel olarak ciddi bir verim artışı da yaşadı. Özellikle son çeyrekteki küreselleşme atağı ile üretim kapasiteleri  olağan üstü büyüdü. Şahsen çalıştığım veya danışmanlığını yaptığım tüm üretim şirketlerinde kapasiteler artarken, çalışan işçi sayıları azaldı. ABD’de sanayide çalışan adam kalmadı. Bi fırsat bulsam oturup hesaplayacağım ama dünya nüfusunun %10’u ihtiyaç duyduğumuz her türlü sınai üretimi gerçekleştirir gibime geliyor.

Aslında iyi haber şu ki artık herkesin bu kadar çalışması gerekmiyor. Dünya kıtlık sorununu aştı, mesele paylaşım sorunu. Ama kötü haber, daha az çalışıp daha adil ve insanca yaşayacağımız bir düzene dair en ufak bir ip ucu görünmemesi. Yani bir süre daha kimimiz eşek gibi çalışırken, kimimiz işsiz gezmeye devam edecek. Afrika açlıkla boğuşacak. O yüzden hayal kurmayı bırakıp buradan bizim Spor Marka dizimize geçiş yapalım.

Önümüzdeki yüzyılda insanlık bir halt edip üçüncü dünya savaşına filan girmezse çok daha fazla sayıda insanın hizmetler sektöründe istihdam edileceğini, bunlar arasında da sporun daha önemli bir yer tutacağını tahmin ediyorum. Futbol açık ara önde. O yüzden gelecek yıllarda yeni yüz milyon avroluk transferler kimseyi şaşırtmasın. Ancak diğer spor dallarının yönetici ve sponsorlarının da eli armut toplamayacak. Kanımca bir çok spor branşında markalaşmaya ve seyirci sayısını artırmaya yönelik pazarlama çabaları artacak. Futboldaki büyük oyunu oynamaya gücü yetmeyen orta boy sponsorlar da kendi hedef kitlelerine uygun spor dallarında arayışlara girecekler. Bakın bizim babamızdan habersiz kahve köşelerinde oynadığımız bilardo nasıl da Eurosport’un favori spor dallarından biri oldu? Pazar yaratmak dediğimiz şey budur.

Türkiye’de futbol dışındaki spor dallarında fazla bir pazarlama başarısı yok. Bayan voleybolu ve erkek basketbolu toplumda bir maya tutma ihtimali olan öncelikli branşlar. Özellikle basketbol seksenlerdeki Beyaz Gölge dizisi ve “çalenç” turnuvasıyla gelişmiş, İstanbul’un kuvvetli sponsorları Efes ve Eczacıbaşı dışında Anadolu’dan Karşıyaka, Tofaş, Çukurova ve Yenişehir takımlarının varlığıyla ikinci milli spor olma yolunda büyük aşama kaydetmişti. Bu yıllarda maçlara giden elit bir basketbol izleyicisi oluşmuştu. Sonra ne olduysa Anadolu havlu attı ve iş İstanbul’a sıkıştı.

 

“Bu Topraklardan Dünya Markası Çıkar mı? (2002) başlıklı kitabımda şöyle demişim:

Futbol dışındaki sporlarda durum maalesef zor. Basketbol, eğitimli gençlere yönelerek farklı bir taraftar kitlesi yaratabilir. Uzunca bir süredir lig iki takımlı ve çok zevksiz. On iki dev adam da sürekli hayal kırıklığı yaratıyor. Gelecek yıllarda Anadolu’dan en az iki takım daha iddialı şekilde bu işe girerse durum düzelir. Burada kısa vadede yapılması gereken yıllardır basketbolumuzu yöneten ve artık bir katkı sağlayamayan kemik ekibi değiştirmek gibi görünse de hepsi birbirinin kankası olan camiada bunu yapacak kimse yoktur maalesef. Açıkçası NBA bir süredir dünya ligi haline geldi ve yerel liglerin işi dünyanın her yerinde çok zor. Uzun vadede yapılması gereken ise lise ve üniversiteler ligini canlandırmak gibi görünüyor. Ve yapılmaması gereken tek şey de futbol seyircisini basketbol salonuna sokmak. Tabii ki en basit görüneni o.

 

Ben bu satırları yazdıktan birkaç sene sonra basketbolu canlandırmak isteyen yöneticilerimizin aklına ilk gelen fikir bu oldu ve futbol seyircisini basket salonlarına soktular. Bir süredir basket maçlarının hiç tadı yok. En son Efes Pilsen Fenerbahçe finali biter bitmez futbol sahalarından basket salonlarına taşınan bir grup holigan sahaya girip olay çıkardı. Hepsi stadyumlardan vukuatlı tipler.

 

Bizim tezgahtar kafalı yöneticilerimiz; para ödemeyen, ödemeye niyetli insanları kaçıran, yarattığı baskıyla sporcuyu korkutan/tedirgin eden, kendini tatminden başka motivasyonu olmayan bu adamları “taraftar” diye stadyumlardan def edemiyorlar. Hadi yılların alışkanlığıdır, bazı dengeleri değiştirmek kolay değil diye bekliyorum ama bu güruhu basket salonuna getirmek nasıl bir akıldır, anlamakta zorlanıyorum.

 

Efendiler!

Yapılması gereken bir pazarlama projesidir. Biraz derin düşünmek, detaylı plan yapmaktır. Yeni pazar/hedef kitle yaratmaktır. Basketbol kulüplerinize yetkin birer Pazarlama Müdürü alacaksınız. Onlar ekipler kuracaklar, ajanslarla anlaşacaklar. Bu arkadaşlara “bize yeni ve paralı bir basketbol izleyicisi yaratın” diyeceksiniz. Onlara bir oyuncuya verdiğiniz kadar bütçe vereceksiniz. Sonuçta ikna edilecek birkaç bin kişiden bahsediyoruz, dev bütçelere gerek yok. Bu ekipler (varsa) federasyondaki pazarlama odaklı insanlarla, basketbol medyasıyla, sektörün akil adamlarıyla ve rakip takımların pazarlama ekipleriyle bir araya gelecekler ve size üç yıllık bir plan sunacaklar. Bu plan biraz sofistike bir plan olacak. Siz, kavradığınız kadarını değil, tamamını onaylayacaksınız. İşlerine karışmayacaksınız.

 

Sonrasında muhtemelen basketbol salonlarında yeni tipler görünmeye başlayacak. Siz sponsorlara bu insanları gösterip daha fazla bütçe alacaksınız. Daha fazla bütçeniz olunca daha sofistike planlar yapacaksınız… (Aslında bu paranın ne olacağını biliyorum da bizimkisi biraz hayal kurmak işte…Burada keselim.)

 

 

 

Yorumlar
Bütün Yorumlar.
Yorumlar