Müzikte “Eller Havaya” Döneminin Sonu 04.07

Şimdi şaka gibi geliyor ama altmışlarda ülkede Türk pop müziği bestecisi yoktu, “aranjman” dinlenirdi, Doğumu yetmişlerde gerçekleşen Türk popunun miladı 1974 tarihli Toplu İğne  yarışmasıysa, kısır başlayan seksenlerin ortalarında gelen “Ele Güne Karşı” ve “Sen Ağlama” albümleri de ikinci çıkış döneminin habercileridir benim gözümde.

Öte yandan, Türk popunun patlayıp olgunlaştığı, sektör haline geldiği 1995-2005 döneminin sembol isimlerinden veya olaylarından ziyade, bu dönemde gelişen birlikte iş yapma kültüründen bahsetmek daha doğrudur. Yine de Tarkan’ı ve ön/arka, her planda Sezen’i anmazsak olmaz. İkibinlerde Türk müziği arabesk kompleksinden kurtularak sentezlendi. Bu topraklara has bir füzyon müzik yaratıldı. Özgün eserler üretildi, geçmiş dönemlerin teknik sıkıntıları aşıldı ve müzik üretimi kitleselleşti.

Pazarın yapılandığı dönemde albüm satışları da uzun süre çok iyi gitti  ama yaklaşık iki yıldır tirajlarda ciddi bir düşüş var. Bunun sebebi sadece bedavacılık değil. MP3 devriminin önemli motivasyonlarından biri de “seçki” yapma avantajıdır. Yetmişlerde  plakçıların karışık kaset doldurma hizmetinin çağdaş karşılığıdır MP3 çünkü sadece 1-2 sevilen şarkıyı dinlemek için on parçalık albüm almak “pop” müzik tüketicisi için uygun bir model değildir. Adı üstünde pop, anında tüketilecek, turşusu kurulmayacak. Dolayısıyla endüstrinin karışık CD üretimini yasal ve kolay hale getirecek önlemler alması bir miktar düzelme sağlasa da esas çıkış bir başka yerde, yeni pazarlara açılmada.

Öncelikle Türkiye müzik piyasasında oluşan doygunluk ve aşinalığı doğru tespit etmek gerek. Nasıl midemizin, evimizin, cebimizin bir kapasitesi var, aynı şekilde ruhumuzun da kapasitesi/sınırı olmalı. Ortalama insan hayatı boyunca kaç kitap okur, kaç film, kaç maç seyreder? Hayatını kaç şarkıyla geçirir, repertuvarı nedir? Hesabı kolay olmasa da bir limit olduğu kesin çünkü gün hala 24 saat.

Sonra artan seçenekler bakmalı. Televizyonda bedavadan izlenebilecek iyi filmlerin, futbol-basket maçlarının sayısı kaç katına çıktı. Türkiye’de albüm satışlarının düşüşüyle internetin patlaması aynı dönemde oldu. Bedavacılık tamam ama internetin insanların boş vakitlerinin önemli bir kısmını alması da ihmel edilmemeli. Yeni açılan alışveriş merkezleri, cepten iletişim imkanları da hesaba katıldığında, eskisi gibi evde oturup sabahtan akşama şarkıı ezberleyen genç kızların sayısının azalması kimseyi şaşırtmamalı.

Yani özetle sektörün üretim imkanları ve kapasitesinin ciddi olarak arttığı bir dönemde talep/arz oranı küçülmüş görünüyor. Son dönem çıkan albümler pek satmıyor. Örneğin Gülben Ergen’in kendi adını taşıyan son albümü “eller havaya” döneminin yetkin örneklerindendir. Sezen Aksu, Nazan Öncel, Yalın, Yıldız Tilbe başta olmak üzere Türk popunun önde gelen tüm bestecileri çok güzel işler verdiler. Taşkın Sabah’ın başarılı düzenlemeleri, Republica’nın başarılı kapak ve sahne tasarımları, piyasa araştırmaları ve bir PR ajansı ile yapılan işbirliği de albümü fazla öne çıkaramadı. Çünkü muhtemelen piyasa bu tür müziğe doydu ve bu albüm de benzerlerinin (başarılı da olsa) bir tekrarı idi.

Sanırım bir de müzik türlerinin kendi içinde doyuma ulaşması söz konusu. Örneğin klasik müzik en önemli eserlerini geçmiş yüzyıllarda üretti. Yirminci yüzyılda üstüne fazla bir şey konulamadı. Muhtemelen yirmibirinci yüzyılda caz ve rock müzik repertuvarının üzerine fazla bir ekleme olmayacak. Dünya popüler müziğinde de bir “melodi” sıkıntısından söz ediliyor. Mavcut akor ve ritimlerle üretilen müzikte Lennon-McCartney, Paul Simon melodilerinin üzerine çıkılamıyor. Tüm dünyada esen nostalji rüzgarlarının bir nedeni de bu olmalı; Belli bir kategoride bir süre sonra yapılabilecek her şey yapılmış oluyor.

Dünyanın yeni seslere, yeni makamlara, ritimlere ihtiyacı var. Hazır giyimde de öyle. Modacı Ümit Ünal şöyle diyor: “Dünya yeni renkleri istiyor. Orta Doğu, Yakın Doğu ve merkezde olan ülkelerde etnik lezzet aranıyor. Dünyada minimalizm başladı ve hayatı sadeleştirdi. Ama öyle bir duygusal boşluk oldu ki, dünya artık doğuyu doğru sentezle dünya standartlarında yorumlayabilen sıcak minimalizme ihtiyaç duyuyor.”

Latin müziğinde keşfedecek yeni şeyler kalmadı. Uzak Doğu müziğinin global çapta işler yapacak kapasitesi görünmüyor. Bu ortamda Türk müziği dünyada yeni rüzgarlar estirebilir. Teknik altyapımız da, ülkedeki yetişmiş müzisyen stoğu da yeterli. Ve bana sorarsanız dünya da bizden bunu bekliyor. Türk müzik camiası bir araya gelip yeni global hedefler koymalı, hedef coğrafyaları belirleyip buralara yönelik hazırlıklara başlamalı.

Konunun muhatabını bilmiyorum ancak Türk müziği denince ilk akla gelen isim olan ve Mart 2007’de yayınlanan MESAM raporuna göre son iki yılda 134 şarkı yapmış olup toplam beste sayısı 857’yi bulan Sezen Aksu’ya bir notla yazıyı toparlayalım.. Sevgili divamız, biliyorum tüm müzisyenler kapında ve hala “Çakkıdı” gibi işler üretip ortalığı sarsabiliyorsun ama yedi yaşındaki kızımın ileride anlayışsız görümcesine sinirlenip eve geldiğinde çalıp rahatlayacağı şarkıyı da yazdın, dört yaşındaki oğlumun plajda gitarla çalmaya çalışıp (babası gibi) beceremeyeceği şarkıyı da. Bize bu kadarı yeter. Allah senden razı olsun. Bu ülke hakkını ödeyemez ama biraz da Conları, Merileri, Rashidleri düşünsen diyorum artık.

 

Yorumlar
Bütün Yorumlar.
Yorumlar