Doku 09.2006

Evren’in Dokusu

Mekan olarak algıladığımız şey aslında bir “doku”. Kainatın sonsuz bir boşluk değil de her santimetrekübünün dolu ve sürekli büyüyen bir doku olduğunu, içindeki kütlelerin bu dokuyu gerdiğini, uzayı eğdiğini ve kütle çekim gücünün de bu yokuş aşağı gitme vaziyeti olduğunu, yani evrenin yamuk ve iki nokta arasındaki en kısa yolun bir doğru olmadığını bize Einstein anlatmaya çalıştı. Kimi anladı, kimi anlamadı, çoğunluk dert etmedi.

Kentlerin Dokusu

Ülkemizde az sayıda aydın, kentlerin bir dokusu olduğunu köylü çoğunluğa anlatmaya çalışıyor yıllardır. Sonra da “köprü düşmanı” ilan ediliyorlar. Çünkü çoğunluk, şehri “yaşanan yer” olarak değil de “bir yerden bir yere gidilen yer” olarak görüyor. Kentlerde doku tahrip edilerek açılan her cadde alkışlarla karşılanıyor. Melih Gökçek’in Ankara’da yaptıkları baş tacı edilip İstanbul da kavşaklarla bohçalanıyor. “Çalışan Başkan” lafının entel lügatındaki karşılığı kent dokusunu mahveden belediye başkanı oluyor. Başbakan “bir yerden bir yere arabasıyla gitmek her vatandaşın hakkıdır” diyerek durumu özetliyor. Etiler-Ulus hattında bakkala bile arazi aracıyla giden bir grup sözde kentlimiz de “yahu şehirli olmak toplu taşımacılıktır, yürümektir” diye karşı çıkamıyor, o da ayrı konu.

Tabiatın Dokusu

Sahillerin, ormanların bir doku olduğu ve onun bozulmasının yaratacağı sıkıntıları kağıt üstünde herkes biliyor da içeriden baktığında tahribatı görmeyeceğini düşünen devekuşu kentliler sahile, ormana bir ev de kendisi için kondurmakta sakınca görmüyor. Hükümet Bodrum’da yapılaşma yetkisini üzerine aldığında bunu doku kaygısıyla mı yoksa yaşam tarzı hassasiyetiyle mi yaptığına emin olamıyoruz çünkü bu “doku” dediğin öyle herkesin kolaylıkla idrak edebileceği bir şey değil. Entel-dantel bir konu.

Toplumun Dokusu

Toplumun dokusuna yönelik tartışmalar genellikle tabu kategorisine sokulup moazik-mermer yüzeyselliğinde sürüyor. Osmanlı’dan devraldığımız topraklardaki gayrimüslim oranını %12’den %1’e gerilettik. Memleketin kentlisi, tüccarı zanaatkarı gitti/gönderildi, şimdi  soruyoruz neden dünya markaları çıkaramıyoruz diye. Köylü mü yapacak dünya markasını yoksa memur mu?

Siyasetin Dokusu

Sosyalizm tehdidi karşısında yetmişlerde yeşil kuşak teorisini geliştiren ABD’nin Türkiye taşeronluğunu üstlenen 12 Eylül yönetimi memleketteki siyasi dokuyu darmadağın etti, solu bitirdi, hala onun ceremesini çekiyoruz.  Millet Ecevit’i, Baykal’ı sol zannediyor. Muhalefet yok deniyor. El birliğiyle kızılı tüketenlerin dünyada ve (doğal olarak) ülkemizde icat ettiği yeni tehdidin rengi bu sefer yeşil. Dalga geçer gibi müslümanları müslümanlıkla korkutuyorlar. Başarıyorlar da…

Etnik Doku

İnsanları köylerinden sürerek hem Güneydoğu kırsalının, hem de kent varoşlarının dokusunu bozanlar da bir başka çözümsüzlüğün sebebi oluyorlar. Yine derin konu. Zihniyet ise aynı zihniyet.

Ortadoğu’nun Dokusu

Yüzyılın başında cetvelle çizilen sınırlar dokuyu bozdu, o gün bugündür iflah olmuyor bölge. İsrail başbakanı Olmert son saldırıda “Hizbullah’ın kaynağı nüfus yerinden edildi” derken oradaki beşeri dokuyu bozduğunu müjdeliyordu. Ama bu derginin okuru olan pazarlama profesyonelleri arka plandaki niyeti görür (sanırım). İsrail hükümetinin alçakça saldırılarıyla bozulmak istenen Lübnan’daki ticari dokuydu tabii ki. Yetmişlerde bölgenin ticaret üssü, cazibe merkezi olan Lübnan (Beyrut) takip eden dönemde tarumar edilmişti. İkibinlerin başında tekrar yükselişe geçen bölgenin inişe geçmesi gerekiyordu ve bu başarıldı. Son bir yılda kaç meslekdaşımız Lübnan’da bir lansman, ofis açılışı, bayi yapılanması gerçekleştirdi ve son bir ayda ne kadarı caydı bu işten?

Aynı coğrafyada yaşayıp da olan bitene fazla ses etmeyen komşuların beklentisi de havası sönen Beyrut yerine Dubai ve/veya İstanbul’un yeni cazibe merkezi olması.

Bu pis ve küçük bir hesap ama olanlardan üretilebilecek büyük ve berbat senaryo şu ki biz çalışıp çabalayıp hasbelkader bu topraklardan dünya markaları çıkarmaya, İstanbul’a gelen turist sayısını onmilyonlara ulaştırmaya başladığımızda dünya egemenlerinin başımıza yağdıracakları bombalar (ya da çevirecekleri diğer dolaplar) için yeni sağlam bahaneler bulacaklarına ve bizim Ulus-Etiler kentlisini bir şekilde ikna edeceklerine olan inancım her geçen gün artıyor. Bu da beni karamsarlığa sevk ediyor.

Daha önce de yazmıştım, bu ABD imparatorluğu çökmeden veya gerilemeden dünyaya rahat yok. Kimi anlıyor, kimi anlamıyor, çoğunluk dert etmiyor.

Not: Evet farkındayım, şu sıralar Marketing Türkiye dergisinin dokusuna uygun şeyler yazmıyorum. Bu tür yeni konulara meraklı olanlar www.sistems.org adresinde başlattığım yazı dizisine bir göz atsınlar. Burada da biraz reklamlardan filan bahsedelim artık.

 

 

 

Yorumlar
Bütün Yorumlar.
Yorumlar