Pazarlamada markalar, insanlar, ülkeler hakkında oluşmuş yargıları kırmak zordur ama başarılabilir. Dünyanın en ırkçı ülkelerinden Güney Afrika, Mandela operasyonundan sonra hızla imaj düzeltti ve şu sıralar “vuvuzela” ile sempati zirvelerini zorluyor.
Pazarlama projeleriyle alışkanlıklar ve hatta kültür değiştirilebilir ama bu vakit alır. Türk halkının kışın yediği dondurma miktarı hala (muhtemelen) tam istediği seviyede olmasa da Algida yirmi yılda çok yol aldı bu konuda. Kahvaltı gevreklerinin yerini sağlamlaştırması da neredeyse çeyrek yüzyıl sürdü ülkemizde.
Pazarlamanın direkt konusu değildir ama inançlar ve hayata bakış da değiştirilebilir ve hatta değişmektedir yaşamın değişik evrelerinde. Bizim lisenin en fırlamalarının bir kısmı sonradan tarikatçı oldu mesela. Uğraşırsanız olur.
Pazarlama çalışmalarıyla hiç olmayan yeni alışkanlıklar yaratılabilir. Aslında pazarlama da esas itibariyle budur. Birileri bir şey icat eder ve biz onu hayatın vazgeçilmezlerinden biri haline getirebiliriz. Örneğin otomobil yüz yıl süren bir pazarlama başarısıdır. İnternet de askeri amaçlarla geliştirilmiş bir projedir ve insanoğlunun ineğin sütünü ne zaman içmeye başladığı ilginç bir pazarlama sorusu olabilir.
Pazarlama iletişimiyle bir çok şey başarılabilir ama bana değiştirilmesi imkansız (veya imkansıza yakın) şeyleri sorarsanız “insana ait temel değerler” derim. Özellikle de cinsiyete ait olanlarla uğraşmamayı tercih ederim. Örneğin annelik iç güdüsü ve onun getirdiği hassasiyetler, değerler…
Ya da erkekliğe ait temel dürtüler; Erkek gibi davranmak, konuşmak, giyinmek… Bu konularda değişiklik yapmak için harcanan çabayı verimsiz bulurum. Örneğin geçmiş yıllarda farklı bir rakı konsepti üzerine uzunca süre çalışmıştık. Akla gelen her türlü fikri denedik. Değişik hedef kitleler, değişik tatlar, üzümler, değişik tarzlar, isimler ve ambalajlar denendi. Sonuç koca bir hiç. Erkekler rakı gibi rakı istiyorlardı. Bu da pazarlamacının işini çok zorlaştırıyordu. Zaten pazarda yıllardır değişmeyen dengeler de bunu ispatlıyor; Yeşil üzüm rakısı dışında bir başarı yok.
Hazır giyim endüstrisi erkeğe bir el-kol çantası da tutturamıyor on yıllardır. Halbuki ihtiyaç aşikar ve giderek de artıyor. Özellikle de kredi kartları nedeniyle cüzdanların büyüdüğü, cep telefonları, küçük bilgisayarlar gibi taşınacak malzemenin giderek arttığı günümüzde. Mesela sigara içen ve çift telefon taşıyan bir erkeğin yazın bir yere gitmesi kabus şeklinde ama eline bir küçük çanta tutturamıyoruz yine de. Geçmişte bir ara portföy kullanımı arttı, sonra giderek Burhan Altıntop simgesi haline geldi. Bugün sıkıya taşı. Freebag da tutmadı, heybe de. Memlekette kadın çantası pazarı yarım milyar dolar, erkek çantası sıfıra yakın. Hadi kışın ceket-mont var, yazın kafeler elinde dört parça malzemeyle gezen erkeklerle dolu. Olmuyor olamıyor. Yani ben bir projede buna çok kafa yordum, bir çıkış bulamadım. Erkeksi bir el/kol/boyun çantası fikri bulan yırtar, söylemedi demeyin.
Erkeksi olmak erkekler için bir kırmızı çizgi. Metroseksüel lafı sözlüklerimize gireli on yılı geçti, erkeklerin kendini ifade, temizlik, traş, koku, yeme içme alışkanlıklarında muhtelif değişimler olsa da “erkeksi” olmayan hiçbir şey hayatımıza giremedi.
Örneğin (çoğunlukla gay) modacılar erkekler için yıllardır kadınsı kıyafetler tasarlayıp duruyorlar. Her defilede bir sürü abuk subuk yeni kıyafet denemesi görüyoruz. Gülüp geçiyoruz. Hiçbiri ticari başarı kazanamıyor. Sokağa tek bir yansıması yok. Yaşanan bu garip durum sadece “tasarımcı fentezisi” olmamalı, endüstrinin de çok istediği bir şey ve pazarlama briflerinin en vazgeçilmez kalemi de olabilir. Bilemiyorum. Düşünsenize erkekler bir anda etek giymeye başlayıverseler, dünyadaki adamların yarısına yılda iki adet etek satarsanız muhteşem bir “business” olur. Ama olmuyor, olamıyor. Bütün bu denemeler başarısız birer örnek olarak arşivleri süslüyor.
Moda endüstrisinin bu bitmez tükenmez denemeleri sonrasında kazandığı tek başarı sanırım parmak arası terlik. O da kısmen. Bundan başka bize giydirebildikleri tek bi kadınsı kıyafet yok. Küpe demeyin, Yavuz Sultan Selim de takıyordu.
Peki neden bu ısrar? Bir avuç modacının şahsi tercihi mi yoksa endüstrinin hayali mi? Ne olursa olsun bence boş bir çaba. Siz kravat enlerini ve yaka-paça genişliklerini değiştirin on senede bir, yeter. Kadınlaştırmaya çalışmayın erkekleri.