Bedava Yaşıyoruz 10.01
Kişisel Değerlendirme

Galatasaray Destek Kampanyası

1……10
Vurucu 6
Tek fikir üzerine kurulu 8
Hedef izleyiciye uyar 7
Ürün filmin kahramanı 7
Zevkle izlenir 5
Markayı güçlendirir 2

Genç nüfusumuzun tüketim alışkanlıkları ve buna paralel olarak yaşam biçimleri, içinde bulunduğumuz yıllarda şekilleniyor. Temel değerleri aileden ve okuldan alıyorlar belki ama cilayı pazarlama iletişimi çekiyor.

Bugün meyve suyu veya süt yerine gazlı içecekleri, bir çok şeyin (örneğin psikiyatriste gitme) yerine sigarayı, tatil yapma yerine (çürük de olsa) ev almayı, dışarıda yemek yeme veya eğlenme yerine evin beyaz ve kahverengi eşyalarını tamamlamayı tercih eden, okumayan, dişlerine bakmayan, deodorant kullanamayan bir toplumumuz var.

Bu dönemde şekillenen alışkanlıkların gelecekte katılaşmış bir yaşam biçimine dönüşeceğini ve nüfus artış hızının da duracağını bilen çok uluslu şirketler, kendi ürünlerine geleceğin cüzdanında daha fazla yer ayırmak için  pazarlarını büyütmeye yönelik iletişim çalışmaları yapıyorlar. Örneğin deodorant kullanımını, kışın da dondurma yemeyi teşvik eden reklamları sık görüyoruz.

Bu çabaların katkısıyla eminim ki yirmi yıl sonra daha çok meyve suyu, süt, tuvalet kağıdı, diş macunu ve deodorant tüketen, “fast food” da olsa daha fazla dışarıda yemek yiyen, dondurmayı çocuklarına kışın verebilen bir toplum olacağız. Ancak bazı kötü alışkanlıklarımız var ki değişmesi çok zor.

Bunların başında beleşçilik geliyor: Örneğin insanlarımız ev alır ama doğal afetlere karşı koruması devlete aittir.

Beleşçiliğin ayyuka çıktığı diğer sektör eğlencedir. Eğlenceye para ayırmak gibi bir “olayımız” yoktur. Kimse bunu gelir düzeyine filan bağlamasın. Ev sahipliği oranında dünyada ilk sıralardayız ve sayılı sigara pazarlarındanız. Bu da Baba geleneğinin uzantısıdır ve en net şekilde kendini futbolda gösterir. Başkan Baba “sahtekar” futbolculara cebinden para verip o “büyük” taraftara beleşe maç izlettirirse ve tabii takım kazanırsa en en büyük o dur. Bilet fiyatlarını artırıp seyredilen yıldızların bedelini istedi mi de medya desteğiyle hain ilan edilir.

Bu beleşçi anlayışın kökü halk dalkavukluğudur. İnsanlara üretmeden kazanamayacağını, bedelini ödemeden dünya yıldızlarını izleyemeyeceğini kimse söyleyemez. Söylediği anda popülist rakibi aportta bekliyordur çünkü.

Bu durumda tek bir yol kalır; dilencilik. Hükümet kendi vatandaşından veya uluslar arası piyasalardan para ararken, kulüpler de (taraftar adına) büyük başkandan para ister. Ya da bugün incelediğimiz Galatasaray kampanyasındaki gibi, karşılığında bir şey vermeden taraftardan bağış toplar. Tabii ki hayatta hiçbir şey karşılıksız değildir, bazı manevi bedeller ödenir. Borçla yaşayan ülke, parayı verenin her istediğini yaparken, kulüp başkanları tanrılaştırılır ve tabii en büyük taraftar sahaya yabancı madde yağdırırken de kimse çıkıp “bunlar hayvan” diyemez. Tek şey söylenir; Allah razı olsun.

Galatasaray destek kampanyası da bu açıdan genlerimize ve geleneklerimize uygun bir projedir. Kulübe biraz maddi katkı da sağlar ancak bir fayda sunmadan talep etme alışkanlığımızın kökleşerek sürmesi dışında kalıcı bir yararı yoktur. Taraftar UEFA şampiyonu takımı gerçek bedelinden izlemeye ve resmi kulüp formasını almaya ikna edilmeden bu işler değişmez. Bu da siyasi risktir ve bilirsiniz hiç kimse kulüpten (yani taraftardan) büyük değildir.

Reklamda vaat edilen fayda Avrupa’da daha büyük başarılardır diye düşünenlere cevabım şu; İletişim bir gruba yönelik yapılır ama marka yararı ve alışveriş bireyseldir. Hedef kitle veya taraftar tek kişilik homojen bir grup değildir. İnsanlar bir ürün satın alırken “bana” ne yarar sağlıyor diye sorgularlar, “bize” değil. Bu kampanya rasyonel bir temele, üretime, faydaya dayanmıyor, her zaman yaptığımız gibi günü kurtarıyor.

Yorumlar
Bütün Yorumlar.
Yorumlar