Pazarlamada Yeni Açılımlar 04.2008

Türkiye’nin ilk Pazarlama Bölümü sayılabilecek yapıyı altmışların sonunda Unilever kurdu. Yetmişlerde bir kaç şirkette daha “gizli örgüt” statüsünde icra edilen “marketing” fonksiyonu o şirketlere piyasada rekabetçi avantaj sağladı ama bu durum çoğu rakibinin dikkatini dahi çekmedi. Aslında o dönemde bir fabrika kurabilen herkes zaten malını sattığı için ihtiyaç  duyulmuyordu.

Yetmişlerde ve seksenlerde Attila Öğüd gibi bazı öncülerin girişimleri, örneğin “Positioning” kitabının tercümesi vb fazla yankı bulmadı. Bulsa da bunlar reklamcılık sektörüne katkı anlamında ele alındı. Sanayici-reklamcı ilişkisi geliştikçe birinci kuşak reklamcı abilerimiz analiz, konumlandırma gibi pazarlama fonksiyonlarını da kendileri üstlendiler. Rahmetli “Türkiye’de pazarlama problemlerine reklamcılar tarafından reklam çözümleri bulunuyor” veciz lafını bu dönemde etti.

Bu ülkede gerçek anlamda Pazarlama Müdürü, Ürün/Marka Yöneticisi ilanları gazetelerde seksenlerin sonunda görünmeye başladı. Benim de içinde bulunduğum bir grup insan bu dönemde “ulan bu işte gelecek var galiba” diye trene atladı. Çok uluslu deterjan, gıda ve ilaç şirketlerinin öncülüğünde pazarlama bölümleri yaygınlaşmaya başladı. 1991’de Marketing Türkiye yayına başladı. 1992 ilk Marketing Forum…

Doksanlı yılları piyasalar bizi anlamaya çalışmakla geçirdi ama fazla da acele etmedi çünkü ülkede hızlı para kazanmanın alternatif yolları öne çıkmıştı. Seksenlerin sonunda kariyer tercihini banka ve finans kuruluşlarından yana yapan arkadaşlarımız doksanlarda bizim üç katımız para kazanmaya başladı. Ben de (ifade etmekten hiç utanmadım) onları kıskandım, duruma fesatlandım.

Sonunda nazarımız değdi ve 2001 krizi patladı. Kriz sonrasında her şey değişti. Enflasyonun da düşmesiyle firmalar Cumhuriyet  tarihinde ilk kez olmak üzere fayda üretmek, farklılaşmak ve verimliliği artırmak gibi meselelerle karşılaştı. Arçelik, Turkcell, Ülker, Eti, Sütaş gibi önemli yerel markalarımız doksanların sonunda denemeye başladıkları “Marka Yönetimi” pratiğini ikibinlerde ciddi bir şekilde ele almaya ve de iş yapış pratiklerinin merkezine oturtmaya başladılar. Yukarıda saydıklarım başta olmak üzere hemen hemen her şirket nitelikli pazarlama profesyoneli aramaya başladı. Arz talebi yakalayamadığı için bu sefer de profesyonel pazarlamacıların maaşları astronomik seviyelere geldi.

Ben bu dönemde serbest çalışarak yine kazık yedim. Benim işe alıp yetiştirdiğim hemen herkes o dönemde iki-üç katım para kazandı. Ama bu sefer nazar etmedim (ve muhtemelen bu yüzden benzeri bir kriz yaşanmayacak) çünkü gelen her “maaşlı” teklifi tereddütsüz reddettim. Artık yolumuz belli. Bugün üzerine düşünebileceğim tek teklif Koç Grubu CEO’luğu olur. Onu da ciddi olarak düşünürüm yani. Ha, bir de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı adaylığını reddetmem. O da kazanacak bir parti olursa.

Herneyse son on yılda özellikle tüketim ürünleri sektörü bizim ne yaptığımızı ve neden bize ihtiyaçları olduğunu anladı. Rüştümüzü ispat ettik. Hizmetler sektörü de iyi kötü anladı ve imkanı/vizyonu olanlar markalarını yönetmek üzere gerekli girişimlerde bulunmaya başladı. Bizim şirketimiz de ilk kez geçen yıl cirosunu hissedilir ölçüde artırdı çok şükür.

Sonuç olarak ülkenin önde gelen tüketim ürünleri şirketlerinde “Brand Management” kariyeri yapmak yeni mezunların öncelikli tercihleri arasına girdi. Girdi de bu sefer o kapılarda ciddi birikme yaşanmaya başladı. Piyasa işte.

Son dönemde üniversitelerde yaptığım konuşmalarda mezun adaylarına yeni alanları takip etmelerini öneriyorum. Örneğin müzik/eğlence piyasası. Şu an için pazarlama bilen insanların hiç olmadığı bir alan. Bizden geçti ama yaşı otuzun altında olup hem sektöre sevgisi, hem de sabrı olan meslekdaşlarım sebat ederlerse bu alanda ciddi başarı kazanabilirler çünkü şu an piyasayı yönlendiren herkes “alaylı”.

Yine bakir alanlardan biri de spor pazarlaması. Konuyla ilgili hizmet veren kuruluşların sayısı artmış olsa da kulüpler düzeyinde istihdam nitelik ve nicelik olarak olması gerektiği yerde değil. Spora meraklı genç meslekdaşlarıma bir alan daha işte.

Ve son olarak kamu. Türkiye’de kamu kuruluşları, birlikler, belediyeler özel sektörün doksanlardaki durumunda; Bizi yokluyorlar. Ben şahsen beş belediye ile uzun görüşmeler yapıp hiç bir sonuç alamadım. Bir kamu kuruluşuna proje yaptım, uygulamadılar. Sadece Orta Anadolu İhracatçı Birlikleri ile yaptığımız “Turkishceramics” projesinden sonuç alabiliyoruz iyi bir örnek olarak. Ancak yaklaşan yerel seçimlerin hareketlendireceği bir piyasa söz konusu. Birimizin bir belediyeye, kente sağlam bir iş yapıp kendimizi göstermesi lazım. Artık burada da rüştümüzü ispatlamanın zamanı geldi.

Yorumlar
Bütün Yorumlar.
Yorumlar