Turizm patlamasında insan faktörü 01.06.2004

2004 yılındaki turist sayısı artışına bakarak ülkemizde turizmin ikinci büyük çıkışını yaşamaya başladığını söyleyebilir miyiz? Sadece rakamlara bakarak değil ama diğer tüm faktörleri alt alta koyduğumuzda bir çok kişi bunu iddia edebiliyor ki ben de bu kesimin içindeyim. Ve yaşanan çıkışı sadece dış faktörlere yani bölgedeki savaşların veya terörist faaliyetlerin azalmasına, ya da hükümetin politikalarına bağlamak da eksik bir değerlendirme olur düşüncesindeyim. Kendimize haksızlık yapmayı seven bir millet olarak şu sıralar  demokratikleşme yönünde attığımız adımları “Avrupa istedi” basitliğine indirdiğimiz gibi turizmde yaşadıklarımızı da büyük abilerimizin lütfu şeklinde tezahür eden global komplolara bağlamak eğiliminde olanlar da yok değil. “Türkiye’ye biçilen rol” hikayeleri tamamen mesnetsiz olmasa da he rşeyi ona bağlamak, yaptıklarımızı hafife almaktır.

Böyle düşünenler, AB sürecinde alınan yolda yıllardır bu ülkede insan haklarını savunan demokratları veya turizm patlamasının esas sebebi olan insan kaynaklarını görmezden gelerek bu topraklardaki bazı değerlere haksızlık yapıyorlar.  Türkiye’nin 80’lerde başlayan birinci turizm hamlesi 90’larda birçok nedenle duraklayıp (ki bu nedenler aslında Türkiye’de sadece turizmi değil her alandaki çalışmaları baltaladı) bugünlerde tekrar bir çıkışa geçtiyse, arka planda (hükümet ve sivil toplum kuruluşları da dahil) bir çok insanın bilgisi ve özverili çalışması var.

Bu çıkıştaki insan faktörünün etkisini üç başlık altında incelemek istiyorum: Profesyonel yöneticiler, çalışanlar ve patronlar…

80li yıllarda dev turistik tesisleri diktiğimizde buralarda çalışacak eğitilmiş insan gücümüz  yoktu. Galiba 1990 Ocak ayında, yeni lanse ettiğimiz Marathon markasının Ürün Sorumlusu olarak  Antalya’daki ilk Hotel Product fuarına katılmıştım. Buradaki standımıza gelen otel yöneticileriyle olan görüşmelerimde, bu insanların çok farklı sektörlerden buraya kayan iyi niyetli fakat mesleki bilgisi yetersiz kişiler  olduğunu tespit etmiştim. Arada yabancı profesyonel yöneticilerle de tanışıyor, farkı daha iyi anlıyorduk.

Aradan 15 sene geçti ve artık yöneticilerimizin çok daha iyi bir noktada, çok daha yetkin ve profesyonel olduklarını görüyoruz. Sahildeki yüzlerce turistik tesiste binlerce yönetici, kılı kırk yararak düşük kar marjlarıyla hizmet mucizeleri yaratıyorlar. Yirmi yıl önce iyi okullardan mezun olanlar için turizm cazip bir sektör değildi. Şimdilerde bu değişti.

Yine aynı yıllarda otellerde çalışan personel kaba saba köylü çocuklarıydı. Şu anda çalışanlar da ağırlıkla köylü çocukları belki ama hiç de eskisi kadar kaba saba değiller. Aslında esas önemlisi, çoğu bu işi gelip geçici olarak değil kalıcı bir meslek olarak benimsemiş durumdalar. Ve bu insanlar Avrupalı meslekdaşlarından daha az paraya çok çok daha fazla çalışarak bu alanda ülke turizmine büyük bir rekabet avantajı sağlıyorlar. Ancak artık yatakları daha pahalıya pazarlama becerisini kazanıp bu kesimin hayat standartlarını yükseltmemiz de AB sürecindeki Türkiye’nin dönem ödevlerinden biri olmalı.  Ya da bu insanları yirmi yıl daha bu koşullarda çalıştıramayacağımızı bilmemiz lazım.

Ve patronlar. Yine 15 sene önce Alanya’da yaptığım oteller turunda bizim şirketten bir  satış temsilcisinin “muzcu patron” tanımı anımsıyorum. O yıllarda buradaki muz bahçelerinin çoğu otele dönüşmekteydi. Muz bahçesi sahipleri de bu yeni otellerin sahibi veya ortağı oldular. Tabi ki onların otelleri çağdaş işletmecilikten çok uzaktaydı. Patronlar küçük hesaplar peşinde koşuyorlar, temel hatalar yapıyor, işin ruhunu kavrayamıyorlardı. Antalya yöresindeki büyük tesislerin sahiplerinin çoğu ise ANAP’a yakın müteahhit ve iş adamlarıydı ve bu insanların da turizm işletmeciliğiyle pek alakası yoktu. Tur operatörleri de ağırlıkla işi bilmeyen, etik açıdan zayıf iş adamlarıydılar. Aynen sigorta sektörünün öncü aktörleri gibi sektörün gelişimine büyük zararlar verdiler.

Fakat şimdi Türkiye’de yeni bir turizmci iş adamı profili çıktı ortaya. Bunlar çekirdekten yetişme turizmciler ya da yabancı yatırımcılar. İşi biliyorlar ve kalıcı olmak için çabalıyorlar. Tesisler giderek bu grupların eline geçiyor ve seviye yükseliyor.

Hillside grubu Alarko patronlarının kararlılığıyla ve Edip İlkbahar’ın becerisiyle iç turizme yönelik markalaşmada harikalar yaratıyor. Rixos yabancı yatırımcılarıyla pazara hızlı ve başarılı bir giriş yaptı. WOW şu anda Rusya’da önemli bir marka olmuş durumda. Sıfırdan başlayarak ETS Tur’u Türkiye’nin bir numaralı tur operatörü haline getiren Ersoy kardeşler, Almanya’da bu işin duayeni olan AB milletvekili Vural Öger’le ortak bir girişimle Türkiye’nin en önemli sivil havacılık girişimi olan AtlasJet’i kurdular. Başına da Türk sivil havacılığının sembol isimlerinden Tuncay Doğaner’i getirdiler. Club Voyage zinciri de yenilenerek burada yeni bir tatil konsepti geliştiriliyor.

Ve turizmin KOBİ’leri. Bir kaç yıldır memleketin gözden uzak bir kasabasında harika bir butik otel bulmak veya yol üstü lokantasında özgün lezzet molaları vermek bir sürpriz olmaktan  çıktı. Tarihi dokunun, orijinalliğin önemi büyük ölçüde kavrandı. Bundan böyle büyük sahil/doğa cinayetleri işlemeyiz diye düşünüyorum. Sevanyan’ların bu işe katkısını görüp de kendilerine madalya vermemiz gerekirken eza çektiriyoruz ya, o da ayrı konu.

Türk turizminde profil değişiyor ve daha iyi yetişmiş, işi bilen, inançlı ve kararlı insanlar,  zannediyorum Türk Turizminin ikinci patlamasının en önemli aktörleri olacaklar. Biz de Paris’e giden turist sayısının beşte birini ülkemize çektiğimiz için “şerefli mağlubiyet” avuntusu yapmayıp ancak Fransa’yı geçtiğimizde tatmin olacağız.

Güven Borça

Marka Danışmanı

Yorumlar
Bütün Yorumlar.
Yorumlar