Attila Öğüd Veda 01.12.2000

1991 yılında Marketing Türkiye`de çıkan ilk yazımdan dolayı beni tebrik etmek ve bir kahve içmek için dergiye çağırmıştı. Gidiş o gidiş. Eski binada başlayan, yenisinde devam eden ve bir o kadar daha devam etmesi için çok şeylerin feda edilebileceği bir dokuz yıl geçmiş aradan.

Bir kariyeri birlikte şekillendirdiğimiz, bir sürü proje ürettiğimiz, endüstrimizin (ki o hep endüstri olamadığımızı söylerdi) geçmiş otuz yılına ait deneyimlerin titiz bir elemeden geçirilerek nakledildiği keyif ve heyecan dolu bir dönem.

Adamı çeken, çıkmak istemeyeceğiniz bir odası vardı. Dopdolu duvarlar, dopdolu muhabbetler, her zaman iyi kahve ve ben tütüne tamamen veda etmeden önceki dönemde puro. Son yıllarda ekibe biri daha katılmıştı; internet. Internet dünyasına benim beş katım bir hızla dalmasını hayranlıkla hatırlayacağım. Belki de biraz kıskançlıkla. Çünkü o, odaya dahil olduktan sonra muhabbetimizi bozmaya başlamıştı. Bir yandan benimle konuşurken, bir yandan da dosya indiriyor, posta alıp gönderiyordu. Bir şeyleri kaçırmamak istercesine bir telaş içindeydi sanki.

Beni sevdiğinden emindim. Bunu çok belli ederdi. Son görüşmelerimizden birinde “oğlum” diye sarılışını hiç unutmayacağım. Son zamanlarda artık yolun sonuna yaklaştığını daha çok düşündüğünü hissetmiştim. Yanlış anlaşılmasın coşkusu ve ses tonu hiç düşmedi ama iki ipucu verdi: Birincisi uzun zamandır odasında ciddi bir yenilik yapmamıştı, ikincisi yeni projeler konusundaki takipçiliği azalmıştı. Birlikte yapmayı planladığımız birkaç proje vardı. Ben iş yoğunluğumdan el atamıyordum, o da fazla takip etmiyor, gördüğü zaman soruyordu. Eskiden olsa mümkün mü? Iş bitene kadar peşini bırakmazdı.

Bana çok şey verdi. En çok da cesaret. Bilime saygılı bir kişi olarak, akademik kariyerim olmadığından hep biraz temkinli davranırdım. O ise beni daha çok yazmaya, anlatmaya teşvik ederdi. Emekleme devresindeki endüstrimizde hem akademik kariyeri, hem iş pratiği, hem de aktarma yeteneği olan insan sayısının azlığını biliyor, çok uluslu şirketlerde öğrendiklerimizi ülkemiz profesyonellerine aktarmamız için benim gibileri çok teşvik ediyordu.

Bu arada ben de fırsattan istifade sektörün geçmişine ait bilgi ve özellikle dedikodu toplamaya çalışıyordum o sohbetler sırasında. Buradaki ketumluğunun ne yüce bir davranış olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Geçmişte onu üzen, sinirlendiren çok şey olmuştu. Muhtemelen bu olaylarda kendi hataları da vardı. Ama bana bunlardan bahsetmekten hoşlanmıyor hep konuyu geleceğe, projelere çeviriyordu. Beni bilinçli olarak uzak tuttuğunu hissediyordum.

En önemli projemiz ülkemiz pazarlama profesyonellerini bir oluşum altında toplamaktı. Bunu yıllardır düşünüyor, ancak zorluklarından dolayı hep erteliyorduk. Sonunda 2000 sonbaharının uygun olduğuna karar vermiştik. Yıl içinde pazarlama adına yapılan çok sayıda etkinlik cesaretimizi artırmıştı. Enflasyonun düşeceği, rant ekonomisinin biteceği 2001 yılından itibaren mesleğimizin altın çağının başlayacağı umudunu taşıyorduk. (Daha çok ben)

Ekim ayında ofisimi derginin iki sokak ötesine taşımıştım. Artık yakınız, daha da sık görüşürüz derken en seyrek görüştüğümüz dönem oldu son iki ay. Dönemsel yoğunluğu atlatıp kendi işlerimi bir yola sokar sokmaz, Ocak ayında ilk anonsu yapacaktık. Hayatın cilvesi işte. Ama onun eserlerini korumak ve ilerletmek için misyoner çaba gösterenlerden biri olarak da genel anlamda çok müsterih olduğumu söyleyebilirim. Cenazesine katılamadım çünkü dünya pazarlarında artık marka ile mücadele etmeye hazırlanan bir yerli firmanın yöneticilerine “Brand Management” anlatıyordum. Ölüm haberini aldığım zaman, ertesi sabah başlayacak seminer ertelenemez bir aşamadaydı. Ama o semineri yapmam, son namazda edeceğim dualardan daha fazla tatmin etmiştir ruhunu, eminim. Son projemizi de en kısa sürede hayata geçireceğiz baba, sen merak etme.

Güven Borça
Aralık 2000

Yorumlar
Bütün Yorumlar.
Yorumlar