Geleceğe yönelik tahminler-2 11.2007

Başarının Yeni Tarifi

Seksenlerin ortasında kariyerine başlayan bizlerin neredeyse endüstri standardı haline gelmiş basit bir kriteri vardı; “üç sene aynı yerde sayıyorsan bir problem var demektir”. Yani askeriyede olduğu gibi bir kaç yılda bir terfi almak normaldi. Alamazsan kariyerin iyiye gitmiyor demekti. Muhtemelen bir ihmal veya başarısızlık söz konusu idi.

O yıllarda ülkede sanayi ve ticaret hızla büyüyor, finans, perakende ve hizmet sektörleri ise neredeyse sıfırdan oluşuyordu. İstanbul’da tek bir plaza yoktu. İyi üniversitelerden onbinler seviyesinde insan mezun oluyordu ve üstüne üstlük kırkında emeklilik vardı.

Ben mezun olduğumda işler önüme serilmiş, aralarından tercih yapmıştım. Sonraki yıllarda da hakikaten hızlı terfilere imkan veren bir iş dünyasında bulduk kendimizi. Bir çok meslekdaşım da hızla ilerledi. Ben başka bir yönü tercih ettim ama örneğin ilk başladığım yer olan Eczacıbaşı’nda kalsaydım bugün tahminen hangi pozisyonda olabileceğimi bir fırsat yaratıp Erdal Karamercan’a sormak istemişimdir hep. Sadece meraktan.

Reklamcılık vb hizmet sektörlerinde de benzer bir süreç yaşandı. Son yirmi yılda bir sürü yeni reklam ajansı kuruldu, yabancılar geldi, ortaklıklar oldu, işler büyüdü… Buralarda işe başlayıp özverili çalışan, kapasiteli ve kariyer odaklı olan bir çok arkadaşım da üç yılda bir terfi kuralına uygun olarak hep yükseldiler. Bu arada seksenlerın ikinci yarısından itibaren en iyi üniversitelerin en iyi mezunlarının öncelikli tercihleri arasındaydı reklam ajansları, o da başka konu.

Ancak bu saadet zinciri şu sıralar doğal nedenlerle kırılmak üzere. Geçenlerde bir büyük ajansın başkanı olan arkadaşımla bu kariyer mevzuunu konuştuk ve dedi ki “yetenekli ve çalışkan insanları terfi ettirememek ve onları aynı kademede uzun yıllar motive etmek şu an en büyük sorunum”. Hadi bakalım.

Bundan on beş sene önce iş icabı Fransa’ya gidince oradaki ortağımızın ofisinde elli yaşlarındaki “Brand Manager” leri görünce afallamıştım. Sonra benzer sahneleri bir  çok ülkede yaşadım.  Bizde ise otuzun üzerinde bir BM yoktu o zamanlar. Ve şirkete giren gençler de iki sene sonra “ben ne olucam?” diye sormaya başlıyordu.

Şimdi yeni bir dönem geliyor. Artık ellili yaşlardaki müşteri temsilcilerine, marka yöneticilerine hazır olmalıyız. Sebebi de açık. Üniversitelerden yüzbinler seviyesinde insan mezun oluyor. Bizim sektörlerde yeni iş alanları o kadar hızlı açılmıyor ve emeklilik en erken 55’inde. Yani konu kimin başarılı kimin başarısız olduğundan bağımsız bir matematiksel gerçek ve bir çok sektörde İK yöneticileri bu duruma yönelik önlemlerini almak zorunda.

Sanırım bizim “üç yılda bir terfi” kuralı değişiyor ve aşağıdaki gibi yeni soruların  sorulması gerekiyor:

  • Çocuğumun en iyi üniversitelerden birine girmesi yirmi sene önceki kadar önemli mi?
  • Hayatının ilk yirmi yılını nispeten rahat geçirip enerjisini ikinci yirmi yıla saklaması daha mı iyi olur?
  • Başarı en iyi üniversiteye girip şirketteki en üst seviyeye tırmanmak mıdır?
  • Yeni bir “başarı” tarifi mi yapılmalı yoksa şu Anglosakson kökenli “başaranlar/başaramayanlar” sınıflandırması mı sorgulamalı?

Aslında yeni nesil kendi kendine bazı açılımlar gösteriyor da biz tam anlamıyoruz. Geçenlerde yine ben yaşlardaki bir GM arkadaşımla yeni işe başlayanlardaki mesaiye kalma, “Cumartesi ofise uğrayıp işleri toparlama” isteksizliğini konuşuyorduk. O görüşmede bir de şunu atlamış olabileceğimizi tartıştık; Bugünlerde işe başlayanlar gençlik yıllarını OKS-ÖSS stresiyle geçirip, çok yoğun çalışıp şimdilerde “hayatını yaşamaya” başlıyor olabilirlerdi. Anı yaşa. Bizde ise tam tersi olmuştu. Gençlikte dalga geçip iş hayatında eşek gibi çalıştık. Herneyse konu uzun.

Öte yandan bu gelişme kimi girişimcilere avantajlı bir durum yaratabilir. Belli bir yaşa gelip de İstanbul’da yükselme şansı zor olan deneyimli reklamcıları İzmir’de, Bursa’da, Antalya’da yaşamaya ikna etmek yerel ajanslar için ilginç bir fırsat olabilir örneğin. Ben de şirketimin geecek beş yılda İstanbul dışında en az iki şube açacağını tahmin ediyorum.

Çevirmen veya “Co-Writer” Aranıyor

Pazarlama Reçeteleri adlı kitabımın yurt dışında, özellikle Asya’da iyi satacağını tahmin ediyor ama yıllardır el atamıyorum. Görünüşe göre atamayacağım da. Bu kitabı olduğu gibi İngilizce’ye çevirmek yerine çok uluslu bir şirkette en az on yıl çalışıp da şu sıralar bir ara vermiş (veya vakti olan) ve benim biraz doksanlarda kalmış kitabımın içeriğine en az %30 oranında katkıda bulunacak birisiyle”ortak yazar” çözümüyle  ilerlemek istiyorum. Var mı biraz dünya pazarlarına açılmak isteyen?

 Böyle bir ortak bulamazsam sadece düz çeviriyle yetineceğim. Çevirmen adayları da arayabilir yani.  

Yorumlar
Bütün Yorumlar.
Yorumlar