Dünya Gazetesi
Türkiye’nin 1950 sonrası en büyük hatalarından biri her şeyi İstanbul’a yığmak oldu. Dünya güzeli İstanbul aynı anda ticaret, finans, turizm, sanayi, sanat, spor, sağlık, eğitim merkezi olma, her şeyi yüklenme derdinde. Şehrin dibinde petrokimya tesisleri, içinde limanlar, gümrükler, fabrikalarla komşu konutlar, boş beton siteler, yedi tane stadyum ve en acısı
Gazetelerimizin spor sayfaları sezon başında transfer haberleriyle dolar. Sonra oyuncuların, teknik direktörlerin ve hakemlerin performansı üzerine kurulur gündem. Birileri gider, birileri gelir, biri şampiyon olur vs… Sonuçta Türk futbolu dünyada iyi bir yerde değildir ve tablonun değişme ihtimali görünmemektedir. Neden? Çünkü işe taktik açıdan baktığınızda ana tabloyu değiştirmek zordur. Stratejik
Ülkemizin ve kültürümüzün önemli değerlerinden olan çay, çok karışık ve tartışmalı bir konudur. Ekonomik, politik ve kültürel boyutları vardır. O yüzden, teferruata girmeden başa sarmak ve pazarlamacı gözüyle temelden sağlam bir öneri getirmek niyetindeyim. Açıkçası yeni başladığım bu köşenin misyonu da o olacak; çözüm üretmek. İşin temeli şu ki dünyada
Türkiye teknolojinin neresinde? Sürekli sorulan, tartışılan bir konu bu. Seçim meydanlarında bile konuşuluyor, otomobil mi yapalım yazılımını mı diye. Bazı kanaat önderlerimiz diyor ki artık, tarımla, ticaretle uğraşmanın anlamı yok, tek gelişme fırsatı teknoloji. Beni takip edenler bilir, teknolojiyi reddetmem ama “tek yol teknoloji” fikrini de aşırı kolaycılık olarak görürüm.
Ekonomide bir sürü sıkıntı ve öncelikli mesele varken bu da nereden çıktı diyebilirsiniz? Görüşüm odur ki, bu ve benzeri konular üzerine kafa yorma alışkanlığı geliştirmediğimiz sürece başımız belalardan, gündelik sıkıntılardan kurtulmayacak. Benim için 2005 yılbaşının en önemli yanı paramızdan altı sıfır atılması idi. Ertesi sabah ATM’den taze paralar çıktığında heyecanlıydım. 
Seçimler nedeniyle ekonomi gündemi iyice karıştı. Her kafadan bir ses çıkıyor ve herkes işine geldiği gibi yorumluyor, hatta maniple ediyor. Çoğunluğun kur-faiz ve makro ekonomik dengeleri konuştuğu memleketimde mikro ekonomik bir değerlendirme yapmak ve yapısal öneriler getirmek istedim. Marka Dünyanın en değerli 500 markası arasında Türk markası yok. Evet, listede
Geçen sene Konya Kadınlar Pazarı’ndan aldığımız küflü peynirlere İstanbul’daki arkadaşlar bayıldı. Fiyatının 15 lira olduğunu söyleyince kelimenin tam anlamıyla “bayıldılar”. Fransa’daki eşdeğerini 15-20 avroya aldığımız peynirlerden bir farkı yoktu bana sorarsanız. Peynir uzmanları bir sürü teknik detaya girebilir ama inanın, biraz pazarlama çabasıyla Edirne’den Kars’a yurdum peynirlerini ortalama dünya tüketicisine
  Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkede para da yoktu, yatıracak yer de. Olanlar da altın alıyordu herhalde. Tarıma dayalı bir ekonomi ve kamu yatırımlarının söz konusu olduğu bu dönemde insanlar için en cazip olan devlete kapağı atmaktı. Memurluk, askerlik kıymetli ve ayrıcalıklıydı. Devlet memuru yöneticinin işçi statüsünde çalışan şoföründen az kazandığı
Geçmişte Türk veya “Turkish” denince dünyada ilk akla gelen ürünler tütün, kahve, lokum, hamam, havlu vb. idi genel olarak. Sonra arada güreşçilerimiz, futbol takımlarımız, dönerimiz, plajlarımız, politikacılarımız girmiş ve çıkmıştır muhtemelen. Muhtemelen diyorum çünkü Türkiye’nin ülke, siyaset, şehir, ürün gibi faktörlere göre dünyadaki algısını ölçmeye yönelik kapsamlı bir araştırma yapılmadığını
 Neden bir dünya markamız yok diye soralı yirmi seneden fazla oldu. O gün bugündür sebepleri üzerine kafa yoruyor, kendimce bazı sonuçlara ulaşıp önerilerde bulunuyorum. Dünya markaları çıkaramamamın, küresel ekonomide söz sahibi olamamanın daha belirleyici sebepleri var kuşkusuz ama ülke insanının motivasyonu da tali bir sebep olarak etkili oluyor bu mücadelede.